top of page

Dua 2: Ne istemeli (Raks)

Updated: Feb 14, 2022


Sıra itibari ile “neden istemeli” sualine muhtasar bir cevap olan “Kelime” isimli makaleden sonra gelmesi icap eden kısım “ne istemeli” olmak gerektir. Ancak insan, “ne istemeli” sualine cevap arayabilecek kemale ulaşmadan evvel de istek/istekler sahibidir zira insan için zaman arzu etmek ile başlar. İnsan henüz insani bir şuura sahip değil bir bebekken bile fıtri/biyolojik arzularla mücehhezdir ve büyük şuurlu arzular -nihayetinde de karakter olarak adlandırılacak mizaç- dahi bu küçük reflekssel isteklerin aralarına pek cüzi oranlarda irade karıştırılarak harçlanması suretiyle birleştirilmesiyle oluşur. Şimdilik bu tanımı özet geçip mütebakisini ve tafsilatını fıtrat makalelerine bırakıp, “insan ne istemeliyi hesap edecek kemale ulaştığında hali hazırda zaten pek çok istek sahibi olmuş olur” tanımıyla iktifa edelim.


Furkan Suresinde geçen “duanız olmasa rabbim size ne kıymet versin” ayetinin hikmetine dair hutbe-i Şamiyeden bir tefsir olan;

“Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenîdir.”


Sözünün işaretiyle diyebiliriz ki; isteklerimiz/dualarımız, hakikat-i halde bizim kıymetimizi belirleyen şeylerdir.


Daha kıymetli olmak için isteklerimizin, kıymetini artırmayı istemek de bir duadır. Ancak, şimdi burada duralım, Zira bazı arzular vardır ki; iradidir, ancak o irade anda teşekkül etmez, bir periyotta oluşur.


İstemek ve kimden istediğini de bilmek mevzusunda, arzularımızın kıymetlerini tartmaya geçmeden evvel ne isteğimizi bilmek, kavlen ifade ettiklerimizden ziyade fıtraten ve kalben ne istediğimizi bilmek gerekir. Zira pek çoğumuz itibari ile fıtri arzularımız ile onları kavli ifade ediş biçimlerimiz arasında bir çatışma vardır.


Eskilerden bir sözde “insan düşündüğü gibi yaşamaz ise yaşadığı gibi düşünmeye başlar” denmiş. İşte insanın kalbi ve kelamı dahi böyle raks ederler, her ikisi de kendilerine çizilen birer menzil içerisinde akar gider, bazen kelam kalbi bazen de kalp kelamı takip eder.

Bu tabirde kalp odur ki; halin, huzurun/huzursuzluğun, lezzetlerin ve elemlerin ve kelam dahi odur ki; halini, huzurunu/huzursuzluğunu, lezzetlerini ve elemlerini anlama/tanımlama kabiliyetin. Şimdi gel Alak suresindeki “O ki, Kalemle öğretti, insana bilmediğini öğretti” ve Bakara suresindeki “Ve Ademe bütün isimleri öğretti” ayetlerinin binler hikmetlerinden birkaçıyla bu mevzuya bak, bil ki konuşmak seni hayvandan ayıran rabbin vahyine muhatap yapan seni insan kılan nimetindir. İnsan ki; kelimeler ile bilir, bildiği kelimeler/tanımlamalar kadar düşünür. Kelime haznen yani kelamın ise onu kullandıkça gelişir/değişir. Çok insanlar kelam nimetini, yalnız içinde yaşadığı toplumundaki muhataplarına karşı kullanır ve oradaki sevmek/sevilmek/kabul edilmek/takdir edilmek duygularının kelamını/düşünce tarzını etkilemesine müsaade eder. Bu etkiler kişinin kelamını etkiledikçe kişi ne istediğini çok zaman bilmez yahut yanlış bilir, eksik bilir.


Yürümek ve nefes almak nasıl iradi değil reflekssel hareketlerdir, konuşmak dahi büyük oranda reflekssel olarak gerçekleşir. Kişi belli manaları ifade etmek için kısmen kendi ürettiği kısmen de miras olarak aldığı ve taklit ettiği anlatım yapılarını kullanır. Konuşurken, ağzımızdan çıkan kelimelere ve cümlelere teker teker karar vermek yerine sadece belli bir mana kalıbını ifade etmek isteriz akabinde de bu ifade isteklerine karşılık gelen anlatım yapıları ağzımızdan dökülüverir. Kişinin konuşurken tercih ettiği anlatım yapıları, tonlamaları, kelamının ve fikriyatının senkronizasyonu; yetişilen çevre, karakter, son peridotta içinde bulunulan toplum ve konuşma anındaki muhatapları gibi pek çok iç ve dış etkene bağlıdır. Bu kadar çok değişkene bağlı olarak oluşan anlatım tercihlerimiz yani kelamımız, eğer ekstra sistematik iradi bir eğitime tabi tutulmamış iseler çoğunlukla fıtratımızın en saf/samimi arzularını ifade edebilme kabiliyetinden yoksundurlar. Küçük bir deney yapmak için; yaptığınız herhangi bir konuşmada kendinizi, ara ara andan soyutlayarak gözlem yapabilir iseniz, kalbinize gelen hissiyatlarınızı muhatabınıza göre nasıl eğip büktüğünüzü fark edebilirsiniz. Burada muhatabına göre konuşmayı kastetmiyorum bilakis kendi kendinize olsanız veya o mevzuyu başka bir muhatap ile konuşuyor olsanız kısmen başka türlü düşünüyor olacağınızı kastediyorum. Nasıl eskiler insan kelimesini nisyan köküne bağlı görmüşler ve “kalp” dahi “dönen” demektir, insan karakteri ve düşünceleri de stabil olmak yerine hep bir evrim bir akış içerisinde hareket ederler. Bu akışta hareketin yönünü belirleyen faktörler önceden oluşturulmuş mizaçtan gelen içsel değişkenler olduğu gibi dışarıdan kişiyi etkileyen her şey dahi birer değişkendir. Daha basit bir ifade ile en samimi düşünceleriniz, muhatabınızı ikna etmek, beğenilmek, takdir edilmek, daha büyük/zengin/bilgili/ahlaklı…vs görünmek gibi dış değişkenlerden bağımsız iken düşündüklerinizdir. Ancak insanın kelam kabiliyeti ancak kelamı kullanarak gelişir ve insan kelamı hep bir muhataba karşı kullanır. Tefekkür, tezekkür ve muhasebe dahi kişinin zihninde çizdiği bir resim veya resimler ile kelam etmesidir. Kişi tefekküre, tezekküre ve muhasebeye ehemmiyet verip vakit ayırmaz yahut ayırsa bile o vakitlerde yalın hakikati aramak ve hatırlamaya çalışmak yerine yine bir hırs neticesinde zihninde çizilmiş bir resme ulaşma çabasında olursa; kişinin, kelamının, fıtratının samimi arzularını tanımlayabiliyor olması pek muhtemel değildir. O kelam dahi dış etkilere bağlı şekillenir/değişir durur, kalbi ve fıtratı etkiler. Duadan maksat istemektir madem, evvel bilmemiz gereken ne istediğimizdir. Kelamı, kavli ve neticesinde kalbi halk aynasında değişip duran kişi bir şey istese, o istekte sebat edemez aynadaki hal değişince istekleri değişir. Velev ki o hal aynı kalsa o istekle imtihan olur, azap zanneder yine sebat edemez zira pek çoklarımız için pek çok zaman kelam kalbi değil, kalp kelamı takip etmektedir. Madem samimane istekleri bilmek için ya öğle bir kalp lazımdır ki hiç dönmesin ve kelam/düşünce dahi hep kalbi takip etsin, ya da kelam kabiliyetini rabbini ve rabbinin sanatını tefekküre tezekküre tevcih etsin yani kalbin takip edeceği kelam, hiç dönmez, vaadinden hulf etmez, bir metine müteveccih olsun.


Dua’nın yani kimden istediğini bilmek hikmetinin ameli odur ki, o sana nimet olunan kelam kabiliyetini rabbe tevcih et. Onu tefekkür et onu zikret ondan iste ondan dile. Fıtratının ne dilediğini bilmek, ne istediğini anlayabilmek istersen; halkın aynasından her gün belli vakitlerde çık öyle biriyle konuş ki: ona karşı söyleyeceğin her şeyin hakikatini o zaten biliyor olsun ta; yalan, riya, beğenilmek, beyhude oyalanmak arzu eden nefsin/kelamın/düşüncelerin sukut etsin. Etsin ki; sen, senle tanışmakla nimetlendirilesin.


Burada kurandan iki pencere açıp bakalım:


İlk Pencere:


Mütekerrir ayet-i kerimelerde emredilen gece ibadeti ve tespihinin bir hikmeti odur ki; gece sükûnet vaktidir; insanlara dertlerin/işlerin, maişet ve dünyalık dertlerin, biriktirme arzun bir nebze susarlar ta ki; kelamın/düşüncelerin; etkileri, kıymetlerinden fazla olan şeylerden bir miktar arınsın. Sonra hakikati perdesiz yahut daha az perdeli müşahede edesin. Kalbinin safiyane arzularını dile getirebilesin. Hatta pek çok dua edence malumdur, bazen olur ki gündüz istediğini gece istemek arzu etmez insan, o pek lüzumsuzmuş gibi gelir. İşte bu hal; gece yatağını terk etmek iradesi gösterip “hallerini değiştirmek için” adım atanların rableri tarafından “hallerinin değiştirilip” olanlar için bir nimet olarak sebep perdelerinin bir nebze kaldırılmasıdır. Kelam değişir, düşünce değişir, kalp değişir neticede hal değişir.


İkinci Pencere:


Mütekerrir ayet-i kerimelerde “dini Allah’a has kılmak” ifadesi geçer ve ayetlerde resmedilen bazı dua manzaralarında denize bir geminin içinde fırtınaya yakalanmış insanların dua etmelerinden örnek verilir. Biz insanoğlu için denizde seyahat odur ki; sebepler bil mecbur sukut ederler; ne zengin, ne hakim, ne alim olman sana sahili selamete çıkabilmen için güven vermez. Sair zatlar ve masiva dahi sukut ederler zira o halde kimsenin yardımı da fayda etmez. İşte o haldeki insan, normal zamanda çok ciddiyetsiz bile olsa ciddi olur halkın aynasındaki hiçbir şeye kıymet vermez, kendini kurtarabilecek tek hâkime; sebepsiz, amasız, perdesiz yönelir. Hayat insan için öyle kıymetlidir madem; o zat yalnız ne istediğini değil kimden istediğini de bilir.


Gel sen de, kelamını/düşüncelerini etkileyen hayat ud-dünya’dan sıyrıl, yalnız ve geceleri rabbine yönel, rabbini, rabbinin sanatlarını, kainatı müşahede ve tefekkür et; ta, ne istediğini bilesin. Ve dahi denizdeki, fırtınalar içindeki adam gibi, sebepleri zihninde sukut ettir; ta, kimden istediğini bilesin.



Sıradaki yazı: Dua -3: Emir


Alak 3-4

Bakara 31

Necm 39

94 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page