Dua -1: Kelime
Etimolojik kökeni “ دعاء” çağırmak olan bu kelimeyi “Rabbe yakarış” ve “Ondan bir şeyler istemek” manasında kullanırız. İnananlar açısından duanın pratik hayattaki yansıması ise; yalnız belli periyotlarla elleri kaldırıp rabbimizden bir şeyler istemek, ya da kutsal bir takım sözcükleri tekrar ile arzularına daha hızlı ulaşma çabası olarak tanımlanabilir. Furkan suresindeki; “Duanız olmasa rabbim size ne kıymet versin” ayetinin ve efendimizin “Dua kulluğun/ibadetin özüdür” hadisinin işareti ile bakarak, dua teriminin hem teorik inanç dünyamızda hem de pratik hayatımızda teşkil ettiği yeri sorgulamamız; hem bir tefekkür hem bir tezekkür hem bir şükür olacaktır.
Duayı sadece uhrevi bir rezonans anı, duada istenilecek şeyleri de sadece uhrevi isteklerimizle sınırlı olarak görmek yada duada dünyalık şeyler istemeyi ayıp addetmek, miras alınmış taklidi bir inancın ürünüdür. Pek çok ayette tekliğine vurgu yapan ve “Allah’dan başka ilahınız yoktur” diyen rabbimiz Nahl suresinde “İki tanrı edinmeyin, Tanrı bir tektir. Şu halde yalnız benden korkun.” Buyurmuştur. Ayetten hikmet olarak alınması gereken derslerden bir tanesi de; bu dünyanın ve ahretin iki farklı rabbinin olmadığıdır. Mazi de, an da, ati de, dünya da, ahiret de Allaha aittir. Sana bu dünya istediğini verecek olan da ahrette arzuna kavuşturacak olan da aynı Allah’tır. İnsan ise psikolojik temayülleri gereği dünya işleri ile din işlerini birebirinden ayrı görmeye, dolayısı ile de farklı kanunlara itibar etme eğilimindedir.
Bu dünya olmasını istediğimiz işlerimiz ile alakalı planlar yapıp, o hedeflerin peşinden pek çok zaman net bir arzuyla koşar, kavli duada rabbimize seslenirken ise, o isteklerimiz ile alakalı daha belirsiz ifadeler kullanma eğiliminde oluruz. Oysa efendimiz kerraten ifade edilmiş bir hadislerinde “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin; hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar” buyurmuştur. Allahtan isterken; kalbinin şiddetle istediği arzuyu, net bir ifade ile dile getirmemek, Buhari aktarımı olarak rivayet olunmuş bir hadiste hatalı görülmüştür.
"Sizden biriniz dua ettiği zaman kesin bir ifade ile dilekte bulunsun. 'Allah'ım! Dilersen bana ver.' demesin. Çünkü Allah'ı zorlayan hiçbir güç yoktur."
Burada en çok zihinleri kurcalayan şey; “Rabbim benim neye ihtiyacım olduğunu benden daha iyi bilir” ya da “İstediğim bir şeyin hakkımda hayırlı olup olmadığını ben bilemem, onun için ben Allah’tan hayırlısını istemeliyim” gibi kısmen psikolojimizin inancımızı koyduğu yer kısmen de miras aldığımız kültürel inanç gereği oluşturduğumuz zanlardır. Rab, senin neye ihtiyacın olduğunu elbet senden iyi bilir ancak duadan kasıt; senin neye ihtiyacın olup olmadığını senin bilip bilmediğindir. Mü’min suresinde “Bana dua edin, size cevap vereyim.” Buyuran rabbimiz Rad suresinde “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” Der. Yaratma kabiliyeti mutlak olarak ancak Allah’ta var olduğuna göre; kişinin ve toplumun halini değiştirmek eylemini de ancak Allah yaratabilir. Ayetin işareti ile Rab, sünnetullahta, halin değişimini; kişilerin değişimine bağlamıştır. İnsan olarak buradaki irademiz, ancak değişimi istemek/arzu etmek kadardır. Kul arzu eder, Rab yaratır.* Bu manasıyla; arzu etmek, istemek bize kader planında verilmiş tek kudrettir.
Teorik olarak tanımlayabileceğimiz dua ise; kişinin** –ister kavli olarak ifade edebilsin, ister edemesin- fıtraten, kavlen, fiilen, arzu ettiği her şeydir. Hatta fıtraten arzu ettiğin şey, kavlen arzu ettiğinin hilafına olsa; fıtri istek kavle nazaran çok daha güçlü olması sebebiyle fıtratın isteği kabul olur ve kavl akim kalır.***
Mü’min, Ankebut suresindeki “bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun (Lehv) ve eğlenceden (Laib) ibarettir” ayetine; "Bana dua edin, size icabet edeyim.” sırrının bir hikmetiyle bakarak bu oyunu oynamaktaki insana verilmiş tek kudretin arzu etmek, istemek****, dua etmek olduğunu görür kabul eder. Yoksa insan yaratma kudretine sahip değildir. Rabbi kabul eden de etmeyen de Allah’tan ister ancak mü’min kimden istediğini de bilir.
“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir*****. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” Ayetinin ve daha pek çok ayetlerin işareti ile bildirildiğimiz, bit-tecrübe de tasdik ettiğimiz şu manadır ki; bu dünya hayatının aslı imtihandır, hal değişir yaş değişir kişi değişir âlem değişir ama imtihan olma gerçeği değişmez. O imtihan Lehv ve Laib’dir ki sana “yakin” gelesiye kadar bir şeylerin peşinde koşmakla sınanacaksın. Neticede, ölümü tadacak ve ilk nasıl yaratıldıysan öyle tekrar yaratılacak ve hesaba çekileceksin. Hesabını vereceğin şey ise oyundan ve oyunda kazanıp kaybettiklerinden ziyade oyunu oynama usulün olacak.
İşte bu oyalanmada/hayat-ud dünya’da
Tek kabiliyetin arzu, her arzu bir dua, her dua’nın neticesi bir hal, her hal bir imtihan ve senin asli vazifen ne istediğini ve kimden istediğini bilmen.
*Rab kulun hakkında yalnız kulun istediğini yaratmaz zira kişinin kendi üzerinde bir dua kabiliyeti olduğu gibi başkasının da kişi üzerinde dua kabiliyeti vardır. Tafsilatı sonraki yazılarda lakin; kader dahi cemadi, nebati, hayvani, ruhani; kendilerine dua kudreti verilen zerrelerin arzularının külli neticesidir.
Sıradaki yazı: Dua -2: Ne İstemeli
** Ve dahi toplumun. (bkz: Araf 155 “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk mi edeceksin?”)
*** Kavl akim kalsa da kul rabbe yönelmekten ancak hayırla döner.
**** İstemek ve istememek
***** Fitne: İmtihan
Laib: Faydasız iş yapmak
Lehv: Boş vakit geçirmek
Ankebût 64
Enfal 28
Rad 11, Enfal 53
Mü’min 60
Furkan 77
T3371 Tirmizî, Deavât, 1
Nahl 51
Buhârî, Daavât 21; Müslim, Zikr 7
Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).
Comments